Eski ABD Başkanı Donald Trump, geçen günlerde gerçekleştirilen bir basın toplantısında Güney Afrika'daki beyaz nüfusa yönelik devam eden tehditleri gündeme getirerek, bir soykırım olabileceğine dair endişelerini dile getirdi. Trump, bu açıklamalarında Güney Afrika’nın yanı sıra ejderha gibi görünmeyen başka bir ülkedeki durumun da göz önünde bulundurulması gerektiğini vurguladı: Kongo. Bu sözlerin ışığında, Trump’ın asıl hedefinin ne olduğu, dünyanın öldürücü siyaseti ve gerçek hayatta karşılaşılan sorunlar üzerine yeni bir tartışma başlattı.
Trump, Güney Afrika’da beyaz çiftçilere yönelik şiddetin tırmandığını ve bu durumu "beyaz soykırımı" olarak nitelendirerek endişelerini dile getirdi. Aslında, Trump’ın böylesine sert ve çarpıcı bir dil kullanmasının ardında yatan sebepler, sadece ülkedeki etnik sorunlara dair bir duyarlılık değil, aynı zamanda kendi siyasi çıkarları doğrultusunda bir kamuoyu yaratma çabası olarak değerlendirilebilir. Trump, bu tür çıkışlarıyla belli bir kitle üzerinde etki yaratarak kendine destek sağlamak istiyor. Ancak burada dikkat çeken bir unsur, Trump'ın dikkat çekmek istediği Kongo’daki insani krizleri göz ardı etmesi ve sadece Güney Afrika ile sınırlı kalan bir söylem geliştirmesidir.
Kongo, uzun yıllardır iç çatışmalar, etnik gerilimler ve doğal kaynakların çıkarılması sonucu meydana gelen büyük insani krizlerle mücadele ediyor. Silahlı grupların varlığı, masum sivilleri hedef alması ve hükümetin yetersiz yönetimi, milyonlarca insanın hayatını zorlaştırıyor. Ancak Trump, bu büyüyen krizi gündeme getirmektense, dikkatleri başka bir yöne çekmeyi tercih etti. Kongo’daki gerçek sorunların üzerine gitmek yerine, yalnızca sosyal medyada viral hale gelen bir söylemi öne çıkararak dikkatleri dağıttı. Bu, hem Kongo halkının mücadelesini gölgede bırakıyor hem de uluslararası kamuoyunun ilgisini çekecek önemli meseleleri, Trump’ın çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor.
Aslında, Trump’ın iddiaları, sadece bir ülkede yaşananları değil, geniş çapta birçok farklı konunun iç içe geçtiği bir durumu yansıtmaktadır. Beyaz üstünlüğü söylemleri, günümüzde toplumda bölünmelere yol açabiliyor. Trump’ın bu tutumu, eleştirilere neden olurken, bazı kesimlerden de destek bulabiliyor. Ancak Tüm bunların sonunda kimlerin kazandığı ve kaybettiği sorusu hala yanıtsız kalıyor. Kongo’daki insani kriz, sadece birkaç haber başlığıyla geçiştirilecek bir mesele değil. Burada yaşanan trajedilerin arka planda kalması, Trump’ın siyasi söylemlerinin ne denli tehlikeli bir biçimde toplumda yankı bulduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, Trump’ın “beyazlara soykırım” iddialarıyla ortaya koyduğu tablo, yalnızca politikanın oyun alanından ibaret değildir. Bu tür söylemler, yalnızca belirli bir kitleyi harekete geçirme çabası değil, aynı zamanda uluslararası meselelere dair algının şekillendirilmesinde de etkili olabilmektedir. Güney Afrika ve Kongo gibi ülkelerdeki geçmişten gelen sorunların tekrar gündeme gelmesi, bu tür söylemlerin ne derece ciddi ve tehlikeli olabileceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, Trump’ın beyaz soykırımı gibi sert ve duygusal ifadelerle yola çıkmak yerine, daha gerçekçi ve kapsayıcı bir bakış açısıyla hareket etmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, her insanın hikayesi, kendi tarihindeki acıları daha derin anlamlarla kuşattığı için, bu anlatımlar dünya genelinde dönen gerçeklere ışık tutma da önemlidir.